×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Yayın İlkelerimiz Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Tepebaşı Odunpazarı Bölgesel Ekonomi Siyaset Asayiş Eğitim Gündem Sağlık Yaşam Spor Eskişehir tanıtım İlçeler Röportajlar

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri Kripto Para borsası Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Gül Gülasem Ateş

ZAMANI TUTUKLAYIN...!


2023-09-19 23:16:00

 

ZAMANI TUTUKLAYIN...!

Adı kahveydi. Köle olarak çıktığı zorlu gemi yolculuğu ardından efendi olarak adını tarihe yazdırmıştı.
Kahve uluslararası bezirganların, Kazıklı voyvodaların Avrupalı  şarlatanların sömürdükleri ülkelerde yetiştirilip piyasaya sürülen değerli bir meta haline gelen bir güçtü. Kapitalizmin ve kurumlarının ortaya çıkışında büyük etken olurken devrimlerin tohumları  , entellektüel güruhun pineklediği kahvehanelerde atıldı. Buralarda ticari ortaklıklar filizlendi, gizli topluluklar oluştu, siyaset ve sanat üzerine bitip tükenmez tartışmalar yapıldı.
 Mis gibi kokan dost canlısı bu bitkinin öyküsü hazin başlasa da insanlığı etkisi altına alan , gizemli kokusu ve lezzetinin hikayesini anlatmadan geçmek sanırım kahve'ye yapılan büyük bir saygısızlık olacaktır .
Kahvenin türküsünü  bir opera sanatçısından dinlediniz mi bilmiyorum ama kahve , her dilde her müzik türünde , her gönülde , her damak da aynı lezzeti bırakır. 


Sakin bir Sahil kasabasının rengarenk masalarla donatılmış kır kahvesin de dostunuzla oturmuş , kahvenizi küçük küçük yudumlarken eski bir plaktan  fısıltı şeklinde dalga dalga yayılan

" Nazende sevgili yadıma düştü"  şarkısıyla irkilip, iyot kokusuyla kahve kokusunun raksına iştirak  eden dalgaların sesi , sizi kimbilir nerelere alıp götürür bilinmez ama o an gözlerinize dolunayın parlaklığı  ıslak , ıslak dolarken, martıların silik gölgeleri kirpiklerinizde usul usul arz-ı endam ettiğinde, ruh cambazlığıyla göz yaşlarınızı bir solukta istemsizce siliverip,  yüreğinizi allak bullak eden seranatla, kır kahvesinin sihirli ortamına geri dönersiniz. 
İsterseniz şimdi sizinle  efsunlu bir zaman dilimine / mis gibi kokan kahvenin ana vatanına doğru asırları deviren bir yolculuğa çıkalım. 


Kahvenin Tarihçesi..
Kahve’nin anavatanı Afrika'nın boynuzun da yer alan Etiyopya’nın (Habeşistan) Kaffa yöresinin yüksek yaylaları. Habeşistan deyince Yörenin ismiyle anılan yabani Kaffa (kahve )bitkisinin doğal olarak yetiştiği bölgelerde yerli halk, ihtiyaca binaen gizemli bitkinin tanelerini un haline getirip bir çeşit ekmek yapıyorlarmış. Meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle şifa verdiğine inanılarak tıbbi amaçlı kullanılırken tüm belde de  "sihirli meyve" olarak adlandırılıyordu. Gelin görün ki, sevgili dostumuz  "Kahve" istemsizce de olsa ana yurdunu  terk-i diyar ederek  hızla Arap Yarımadası'na yayıldı. 300 yıl boyunca Habeşistan'da yani Etiyopya da keşfedilen doğaçlama yöntemle içilmeye devam edilirken 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşfe imza atılarak  ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılıp ev halkına ve misafirlere  sunuldu. Hatırlatmadan geçmeyelim kahve’yi ilk olarak işleyip içmeye başlayan sufilerdir derlerse de bazı rivayetlerde kahveyi içen ilk kişi Hazreti Süleyman  (as) olduğu söylenir. Hazreti Süleyman (as) yolculukları sırasında uğradığı bir şehirde şehrin sakinlerinin bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını görür ve Cebrail (as) buyruğu üzerine kendisine verilen  kahve çekirdeklerini kavurarak bundan hazırladığı içeceği hastalara verdirir bunu içen hastaların kısa zamanda iyileştiğinin görülmesi üzere kahve içimi tavsiye edilmeye başlanmış. 

" Ey sürekli bir şekilde var olan !  , ey zaman için de meydana gelen her olayın yaratıcısı !

Ey herşeyden önce var olan ! Ey kendisinden sonraya hiçbir varlığın kalmayacağı son varlık !

Ey varlığı aşikar ve ey gerçek mahiyeti insan için gizli olan Allah ( cc) Kulun Zekeriya ( as) duasını kabul ettiğin gibi benim duamı da kabul eyle! " 
Duasının sarmaladığı manevi hazzı yaşamak için 
Rabb'ine ulaşacak vesilelere sarılan Şeyh Şâzilî  hazretleri, bedenen ve rûhen uyanık kalabilmek adına özellikle geceleri kahve içtiği, ve kahveyi ilk kullanan sufilerden olduğu da iddia edilmektedir. 
Daha sonraları ise 1470’li yıllarda Aden'e 1510’da Kahire’ye  1511’de Mekke’ seyrüsefer eylemiş gönülleri feth etmiştir.



Efsanevi lezzetin sözlükteki karşılığı şöyle.
Kahve :  kökboyasıgiller (Rubiaceae) ailesinin Coffea cinsinde yer alan bir ağaç ve bu ağacın meyve çekirdeklerinin kavrulup öğütülmesi ile elde edilen tozun su ya da süt ile buluşturularak yapılan içecek. 
Kahve ağacının ilk bulunduğu yer olan Habeşistan'ın Kaffa yöresinin Arapça karşılığı "qahwah " mış. Araplar bugün bilinen kahveyle  henüz tanışmadan önceleri kelime anlamı; keyif veren içki, şarap anlamında kullanılırken bugünkü anlamına  14. yüzyılda kavuşmuş bir dost kahve. Zamanla Türkçe'de "kahve"ye  YAREN'E  dönüşmüş. 


Sevgili dostumuz kahvenin çiçekleri beyaz ve rahiyası  müthiş, kirazı andıran kırmızı meyvesinin içinde iki çekirdek  arz-ı endam ederken, çocukluktan ergenliğe erişme süreci yaklaşık 3 yıl . 
Her bir kahve  ağacı  insanlığa 30-40 yıl boyunca aralıksız  hizmet veriyor. Boyu 8-10 metreye kadar uzaya bilirmiş ama meyvelerinin kolay toplanabilmesi için  hizmette sınır tanımayan dostumuz 4-5 metre uzunluğunda bir çalı boyutunda kalmak için çevresinden yardım almayı ihmal etmiyormuş. Yaprakları  barışın sembolü defne yaprağını andırırken, mevsim değişikliğinin verdiği soğuk dalgalar dan oluşan rüzgarlara karşı gardını aldığından, derimsi ve kenarları dalgalı parlak ve sivri uçlu yapraklarını dökmezmiş.


Doğum yeri Ekvator kuşağı olsada dostumuz tam bir dünya vatandaşı. Sanırım bu özel yareni tanımak ve içilecek kıvama geldiğin de damaklar da bıraktığı lezzeti  tatmak bambaşka bir haz olsa gerek. 
Yedi düvele diz çöktürmüş Osmanlı imparatorluğunun Yavuz Sultan Selim Han döneminde (1517) Yemene  Vali  olarak  atanan Özdemir Paşa, Yemen'de severek içtiği kahveyi İstanbul'a getirmiş  o kadar meth ederek dostlarına ikram etmiş olacak ki , kahve kısa zamanda  saray mutfağında yerini almış ve büyük ilgi görmüş. 
Akabinde saray görevleri arasına "kahvecibaşı" adında bir de rütbe eklenerek  kahve  ihtişamıyla saraya yerleşmiş. Kahveci başının görevi  padişahın ve devlet erkânının kahvesini pişirmek ve sohbetin  koyulaştığı en hararetli zaman da kahveleri  ikram etmekmiş. Bu nedenle kahveci başı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirmiş. Kahve o kadar sevilip tutunmuş ki Osmanlı tarihinde kahvecibaşından sadrazamlığa yükselenlere bile rastlanır olmuş.
Kısa sürede saraydan konaklara, ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının vazgeçilmezleri arasına katılarak gönülleri feth etmiş. 


Gemilerle  , kervanlarla İstanbul'a getirilen çiğ kahve çekirdekleri  satın alındıktan sonra yeni bir kimliğe bürünüyor  tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu.
 Suriye kökenli iki Arap 1544 yılında İstanbul’da Tahtakale’de ilk kahvehane'yi açtıkların da kahve sevenler damak lezzetlerine kavuşmanın heyecanıyla kahvehanenin önün de  çevreden geçen insanların şaşkın bakışları altında uzun kuyruklar oluşturarak heyecanlı bir sürece girmişler. Bu arada sağlıkçılar  kahvenin faydalı olup olmadığı  konusunda ayrılığa düşmüşlerse de zamanın Şeyhülislamı Bostanzade Mehmet Efendi kendinden önceki şeyhlülislamlarının aksine  kahvenin haram olmadığını, hatta faydalı olduğuna dair fetva vererek herkesi şaşırtmış ama aynı zamanda da çok sevindirmiş. Artık kahvenin yükselişini kimseler engelleyemiyor tüm ayrık otları bulunduğu yerden hızla temizlenmiş zirveye çıkması kaçınılmaz olmuştu .

 

Kahvenin Yayılması ve Popülerleşmesi..

   Sık sık İstanbul'a gelen Venedikli tacirler, Levanten  tüccarlar kahveyle tanıştıkların da bu içeceği çok sevmişler dostlarıyla da bu keyfi yaşamak için çuvallar dolusu işlenmemiş kahve çekirdeklerini Venedik'e taşıdıkların da , dost kahve yeni limanlara yelken açmış oluyordu. Böylece Avrupalılar kahveyle ilk kez 1615'te tanışarak hayatlarına yeni katılan bu lezzeti gizemli içeceği çok sevmişler ama 1645 de kahvehane açılana değin limonata satıcıları tarafından sokaklarda satılmış. Yerden mantar biter gibi kısa zamanda sayıları hızla artan bu kahvehaneler diğer pek çok ülkede olduğu gibi özellikle sanatçıların, öğrencilerin ve her kesimden halkın bir araya gelerek sohbet ettikleri en gözde yerler oldu. Kahve Paris’e 1643, Londra’ya 1651’de yeni sevdalılar edinerek adını zirveye yazdı. 


Kahvenin cazibesi Avrupalıları kendisine sımsıkı , kördüğüm gibi bağlayarak yeni kahve dünyalarının ilk adımlarını atacak projeler oluşturmalarını sağladı. Evet kahve aşktı, kurtulması imkansız kahve kara sevdaydı. Bu sevda Avrupalılara dünyanın çeşitli yerlerinde kahve çiftlikleri  plantasyonlar kurdurarak büyük bir atılımı başlatmış oldu. Bu kelebek etkisiyle Endonezya-Cava’da 1712 yılında kahve tarımı başladı. Hollanda , Cava ve Doğu Hint Adaları’nda, Fransa Antiller'de kahve yetiştirerek insanlığa keyifli dostluklar kuracakları bir hizmet sunmuş oldular.
Beyaz devrim yaparak tahta geçen asırlardır  hükümdarlığını sürdüren bir isim bir dost kahve. 
İster adına " 
•Dil - rüba : Gönül -çelen, 
•Dil- nüvaz:Gönül- okşayan 
•Dil- nişin :Gönülde yer tutan, Lâtif, hoş.
•Dil-sitan: Gönül alan " deyin kahve muhteşem gönül çelen bir lezzettir. 
Mısralara köpük , köpük dökülen bu satırlarla öykümüzü tamamlamak isterim. 


               Aziz'im ;  Gelin, sizinle , yürek yangınında közlenmiş  bir fincan kahve içelim...  Neden, bir fincan kahve! 
Çünkü, bir fincan kahve içmek dostla yarenlik etmektir. Kahve içerken gönül'lerden Sevda türküleri yükselir.  Kahve içtiğinizde, ruhunuz ısınır. Zaten siz de, ruhunuzu ısıtacak bir dost aramışsınız karşılıklı yarenlik ediyorsunuz demektir. 
Kahve sevdası / Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirinin karasevdası gibidir. Aşkın yakıp kavurduğu yürek yangınları gibi kahve kokusu etrafa intişar ederken unutmayalım ki,  kahve aşkın mihenk taşı, kahve bahanedir. Bu sebeptendir ki; kahve herkesle her mekanda içilmez. Özeldir itina ister zerafet ister. 
Şair sözcüklerin kuytusun da zamanın sırrına erişilir derken; dostlukların  alabora olduğu kapkaranlık  derin sulardan tekrardan su yüzüne umuda ulaşmak dosta gönülle dokunmaktır kahve yarenliği. 
Duvardaki Eskimiş çerçevelerin  yalnızlıklarını  silen, hasret kokan kapıları açan, acılardan örülmüş duvarları yıkan, eski fotoğrafların tozunu silkeleyen, yürek yangınlarını söndüren, mutlu anları saklandığı yerden çıkarıp hatıraları canlandıran anahtarın adı, hasret narıyla yanan yürekleri buzlu şiirlere batırmanın tadıdır kahve. 
Cezvede ki köpük köpük  medd-ü cezir  misali, baharın Erguvanla buluşması gibidir. Kuğu zarafetinde bir beyazla buluştuğu da olur, rengarenk gökkuşağı ile kavuştuğu da olur. Yeterki adı sevda olsun, adı zarifçe yürekten kopan bir dokunuş olsun. 
 Kahve davetinin  sesi, tatlı bir tebessüm içerir,  çok derinlerden nazikçe  yükselir. Kahve küçük yudumlarla huzur veren bir mekanda  yavaş yavaş içilirken, bütün gaye gönlün istediği dostla uzun süre kalmak muhabbetin zevkine varmaktır. Kahve, dostla Romalı devlet adamı Çiçero'nun dediği gibi " Erdem'lerine  hayran olduğumuz insanla " içilir. Bu yüzden kahve içtiğimiz insan da kahvenin değerini bilen insandır. Evet Aziz'im; kahve içilir ama  dostla içilir.

   Gül Gülasem ATEŞ

 

YORUM YAPIN

Yorum yapmak için üye olmanız gerekmektedir. Üye girişi yapmak için Tıklayın

haber yazılımı, haber paketi, haber scripti | Copyright © 2024