2022-09-12 21:54:00
Eskişehir gibi medeniyetler beşiği bir coğrafyada yaşamanın yükümlülükleri var. Farkında olmak ya da olmamak kişiye menkul bir hadise gibi görünse de, tarihin ve istikbalin yüklediği sorumluluklar, Eskişehir sosyolojik katmanlarını bir açık hava medresesinin rahlesine çeviriyor. Bilinen kadarıyla Frigya’dan itibaren Roma ve Bizans devirleri, Selçuklu, akabinde Osmanlı, İstiklal Savaşı yılları ve cumhuriyetin sahne önünde olanı bir kent, mülkiye ve sokak minvalinde hayatı okumak için bize fırsatlar sunuyor. Eskişehir Gazete’deki bu ilk yazımızda arz-u hâl edelim.
Günümüzde “sosyal medya” ve “gerçek hayat” olmak üzere iki dikey düzlemin yanı sıra, “taşra” ve “kent” diyebileceğimiz iki yatay düzlemin kesiştiği noktalar, market alışkanlıklarımızdan piknik kültürümüze kadar tüm teamülleri inşa eden irade emareleri olmak suretiyle yaşam kalitemizin frekanslarını belirliyor. Mevcut iktisat modelleri, tüketimi teklif ediyor. Tüketim zinciri, spiral bir formda “franchising” eklemler sayesinde tekleştirme yöntemini benimsiyor. Belki bu sayede “pandemi” döneminde düzenin yerleşmesi daha kolay oldu. Korunma ve tedbir ile başlayan dehşet, konfor şehvetine dönmüş durumda. Bu yılbaşı ile birlikte çılgınca artan enflasyon; barınma, beslenme ve ulaşım gibi asgari daireye kadar tehdit oluşturunca, öngörüsü mümkün olmayan ve sosyal zeminlerindeki önceliği pazara - markete göre dizayn olan bir lügat hasıl oldu.
Ağdalı ekonomist lafları etmeyelim. Gerek yok. Herkesin bildiğinden daha fazla bilmiyorum. Belki eksiği vardır hatta. Hususen twitter, son üç yılda muazzam sağlık ve ekonomi uzmanları yetiştirdi. Her biri ordinaryüs takipçi sayılarına erişti.
Benim kurcalamak istediğim nokta, her türlü materyalin kullanılarak nihai noktada medeniyet çatışmasına sahne olan bir dünya! Hasılası, ucu gittikçe sivrilen bir gelir prizması! Bu prizmanın zirvesindekilerin istediği gibi şekle koyulabilen bir insan modeli… İtiraz makamlarını dahi bu mekanizmanın müsaade ettiği düzeyde belirleyen bir sistemler makrosunun savaşları, pop starları, kutlamaları ve kutlamalardaki konuşmaları dahi bu satırlarla neşroluyor. Avrupa, Doğu’dan gelen muazzam hava! etkisi nedeniyle soğuk bir kışa hazırlanıyor, cânım Akdeniz’de sular bir türlü soğumuyor, Suriye’de mezhepçilik argüman olmaya devam ediyor, Libya her şeye rağmen varlığını konumlandırmaya ve kavramsallaştırma gayretini sürdürüyor. Yunanistan şımarık simsarlığından vazgeçmiyor. Ancak Halep’te düşen bir bomba, Kırmızıtoprak mahallesinde çınlıyor. Bağdat ateş aldığında, artık Alanönü’nde hiçbir şey olmamış gibi olmuyor. Öte yandan cinsiyetsiz, kimliksiz, köksüz, kutsalsız insan hedefiyle tüm medeniyetler hedef alınıyor. Artık kimi çevrelerde kurumsal sahiplenmelerin de hayret uyandırmadığı gökkuşağı renkleri ile görece ahenk sunulurken, bilinçaltında bambaşka normalleşme enjektörleri harıl harıl çalışıyor.
Olanı yıkmak ve başka bir şey yapmak suretiyle devinim üzerine kurulu stratejilerin, siyaseti bir araç olarak kullandığı düşünüldüğünde, aileleri hedef alan her türlü girişim milleti hedef almış demektir. Aileler dağılıyor. Çılgın bir kibir her yanı sarmış. Ne istediğinden emin olan kaç kişi var, bilinmiyor. Hz. Mevlana’ya izafe edilen pergel metaforunda, ayakların nerede olduğu ikindi ve yatsı namazlarının sünnetini terk etmemek ile başlıyor. Siyaset, ticaretten öte bir hâl alınca Halide Edip’li yeniden ve yeniden bir kadın komisyonu hayal etmek beyhude mi yoksa gelinen noktada bir kötü uyarı mı oluyor?
Dağınıklığımızın kusuruna bakmayın dostlar. Ben az söyledim, siz çok anladınız. Yine devam ederiz inşallah.