2022-10-20 15:46:00
“Sonbaharda şairlerin cirit attığı bir meydan kurulur tahayyül şehrimde. Nedendir bilinmez, ben hep Üsküdar’ı düşlerim” dedi Alaaddin Cami’nin cümle kapısını karşıdan gören bankta oturan kırklı yaşlardaki adamlardan biri. Diğeri “Sen de şair gibi söyledin maşallah! Neden Üsküdar? Orada mı kaldın?” diye sordu. “Yok. Hiç gitmedim.” diye gülerek cevap verdi bu kez beriki. “Deli misin be adam! Odunpazarı’ndan güzel sonbahar mı var yakışan?” dedi bu kez öteki. “Düşlemek de mi suç kardeşim? Yahya Kemal’in bir şiirini okumuştum lise yıllarında: ‘Günler kısaldı… Kanlıca’nın ihtiyarları bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları…’ Çok etkilenmişim demek. Bak, halen böyle oluyor.”
“Gel” dedi öteki. “Şuradan yukarı çıkalım da sonbahar gör, neymiş!”
Kalktılar. Alaaddin Parkı’nın ortasındaki yoldan geçip merdivenleri çıktılar. Atatürk Lisesi’nin yanından Perşembe Pazarı’nın kurulduğu Malhatun Sokak’tan yukarı doğru yürümeye başladılar. Günlerden Salı idi. Etraf tenha sayılırdı.
“Bak. Biz buralıyız. Şiirler güzel. Ancak şiir, ruhu bulursa manası açığa vurur. Sen şiire satırında yazdığı semt ile hükmedemezsin! Her harfte şu semtin sokaklarına bir hâl indirebilmen lazım ki şiir, ruhu bulsun. Aksi hâlde şehrin bedeninde tepinir durursun. O anda keyif de alırsın yalan değil. Ancak eve gittiğinde malik-hane olmak yerine hane-malik olur. Dünyada asılı kalırsın. Dünyanın kuralları ile zaten dünya yenilmez, zira dünyanın ilk kuralı dünyayı yenmek hırsı edinmektir. Ya hu böyle şey mi olur? E olur işte. Dünya kendini yenmeyi teklifle seni teşvik eder de eder!”
“Amma abarttın be kardeşim! Alt tarafı bir sonbahar düşü kurup şiir söyledik. Bizi Nijer’den Mısır’a kaçmış ‘ne iş olsa yaparım’ diyen mülteci ilan ettin!”
“Ben değil, sen kendini öyle ilan ettin! Sen şimdi bir de ‘küçük yerde kıymet bilinmiyor! diye düşünüyorsundur ben böyle dedim diye.”
“Yok ya hu. Estağfurullah. Sen değil de… Evet genel anlamda pek de kıymet bilinmiyor, bu da gerçek!”
“Belki sen kendini büyük vehmediyorsundur!”
“Şanssızlık. Bu gerçekten şanssızlık! Nasıl oluyor da bir şiir için bunca linç edebiliyorsun beni?”
“Seni linç etmedim. Ancak ‘beyaz’ım ben’ diye bu kadar kendine eziyet etmen bir siyah olmana binaen cidden büyük talihsizlik.”
“Çok kinlisin belli ki! Bu kadar büyütecek bir şey yoktu!”
“Kinli değilim. Beyazlar kinli. Onlara eklemlenmeye çalışan kullanışlı siyahları uyandırma mücadelem sürecek!”
“Bu konu kavga ile biter. Ben gidiyorum. Selametle!”
“Git. Yalnız şu Kurşunlu Külliyesi’nin avlusundan geçip de git. İyi gelir. Allah şifa versin dostum. Selametle!”
Ayrıldılar. Herkes evine gitti. Hava serinlemişti.