2022-09-29 11:58:00
Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Ömer Seyfettin okunacak, okunduysa tekrar okunacak günlerden geçiyoruz. Nostalji müzikler çalan radyoların yeniden gözde olduğu vakitlerin, derinlemesine incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu, salt kişisel temayül mü? Yahut sosyal katmanlarıyla birlikte özlem duyulan hâlse bu nedir?
Esasen dönüp 90’lara baktığımızda sözgelimi 1993 senesi, toplumsal duyarlılıklar minvalinde neresinden tutmaya çalışsan acılarla, kaygı ve korkularla dolu bir yıl değil midir? 1996, 1997, 1998 siyasi istikrarsızlığın baş döndüren hızla ayyuka çıktığı, “28 Şubat süreci” denilen bir iklimin gelip yerleştiği ve bu arada yeni sosyal kanallar inşa edilip toplumun mühendisliğe uğradığı, 1999’da yaşanan iktisadi daralma ve krizin üzerine kırılan kuzey Marmara fayı ile vukuu bulan büyük Marmara depreminin yaşandığı… gibi gibi gibi…
Hortumlanan bankalara, sosyal güvenlik sistemindeki boşluklardan kaynaklı sağlık ve sosyal hizmet kapsayıcılığının zaaflarına filan değinmiyorum. Bütçe & yatırım düzleminde değerlendirme için de elimde resmi veriler olmadığından, işin sosyolojik taraflarıyla değerlendirme yoluna geçelim.
Sosyal medya aracını bir defa apayrı bir başlık olarak açmak gerekir diye düşünüyorum. Zira özellikle twitter üzerinden oligarşik bir baskılama ve manipülasyon had safhada! Psikologların analizlerini değerlendirme şansı olanlar, sosyal medyanın “trend” güdümlü kapitalist bir vahşete döndüğünü tahlil edeceklerdir. Kapitalizm, gökkuşağını dahi esir almış ve kelimelere el koymuş bir tiranlığa dönmüş durumda! Misal… Çay, ham maliyeti itibariyle iki ana maddeden oluşuyor: çay ve su. Ancak suyu kaynatmak için doğalgaz ve mekânın sosyal statüyü kavramsallaştırdığı alana taşıması neticesinde üzerine binen doğrudan ya da marjinal maliyetler, tüketimi lüks yelpazesine sokan noktalar… Gereksinimlerin, bu denli boyut değiştirdiği bir çağda, Kemal Tahir bize ne teklif eder ki, diyebilirsiniz. Ancak bilhassa Akdeniz çanağındaki milletlerin başkenti İstanbul’dan 19 yy’a bakan bir muharrir, size sadece bugüne değil, yarına ve öbür güne dair de pek çok şey söyleyecektir. Keza Tanpınar, Peyami Safa ve Ömer Seyfettin de öyle…
Hülasa İstanbul başta olmak üzere tüm büyükşehirler, artık hayat sürmenin gittikçe zorlaştığı ve yaşam kalitesinin ciddi manada düştüğü yığınlara dönüşüyor durumda. Fazla demokrasi anarşiyi doğurduğu gibi, fazla şehirleşme de insan fıtratına belki de en uyumlu olması hasebiyle kırsal konforlu hayatları, metropollerin dış mahallelerindeki ara sokaklara kiracı olarak sıkıştırmış durumda…
Çıkmazımız; küresel göçlerle, kaos ve krizden beslenerek adaleti ve insanı öteleyip metalaştıran medeniyet katili küresel düzenin enerji, -izmli akımlar ve sonsuz kazanç dikteli putlar ile katlanıyor. Adil bir düzenin inşasına inanmak, bu şuuru içselleştirip harekete geçmekle mümkün görünüyor. Ve her şey bazen bildiğini unutmak, bazen de unuttuğunu hatırlamakla başlıyor: Neyi kazandığını ve neyi kaybettiğini misal…