2022-11-22 13:16:00
Yabancısı olduğunuz bir ülkenin sokaklarında gezer gibi gezmek midir tanımadığınız bir insanla tramvayda yan yana rast gelip onun dertlerini dinlemek? Yahut bir sokak hemşeriliği hatırına üç aşağı beş yukarı derken dört koldan sarılmak mıdır durakların üzerinde asılı duran gök ile yer arasındaki aziz hatıralara? Her gün emekle sermayenin, sermaye ile sermayenin kıyasıya ve kıy-mayasıya mukavim olduğu bir diyalektik içerisinde, sağ şeritte dörtlüleri yakıp park etmek suretiyle boydan boya şeridi kapatan düşünce, koca bir sistemin hasılatıdır belki… Yahut hastane civarında, üzerine devrilen hikâye ile şuursuz gezinenlerin evi olmuştur belki bir kaldırım… Günün kerat vaktinde televizyonlarda dinamit döşeyerek aile kurumunu katletmek adet olmuşsa, hiçbir sosyal medya kanalının suçu yok olanlarda. Yalnız bu pazarı tespit etmiş, pazarı tasarlamış, elektronik nöronlar zincirinde çift kutuplu dünyanın vekâletini üstlenmiş bir düzen, “Paris’in nesi meşhurdur? Cezayir dolması. Peki New York’un nesi meşhurdur? Ortadoğu’su, Vietnam’ı, Irak’ı, Suriye’si…” terazisine irtica edip bunu inkılap diye yutturmasından başka bir şey değildir.
Peki içimize bakalım. Kayıtlara geçer mi bilmem. Lakin… İstiklal Caddesi; Yunus Emre Caddesi’dir, Ertaş Caddesi’dir, Atatürk Bulvarı’dır, Seyitgazi Caddesi’dir, Kent Park’tır, Dede Korkut Parkı’dır, Opera’dır, Şelale Park’tır, Reşadiye Camii’nin önüdür, Hamamyolu Caddesi’dir, Asarcıklı’dır… İstiklal Caddesi; Sivrihisar Saat Kulesi’dir, Seyyit Battal Gazi Külliyesi’dir, Yazılıkaya’dır, Yunus Emre Külliyesi’dir, Karakaya Mağarası’dır, Gürleyik’tir… İstiklal Caddesi; Sakaryabaşı’dır, İnönü’dür, Mahmudiye’dir, Alpu’dur, Beylikova’dır…
Ocakta kaynayan patatesin içine sürülen beyaz peynir gibi, kuzinenin ateşi tavana vuran şavkında her nerede demlenip nasıl büyümüşse yürek iklimi, oradır. Tektir. Tekellerin, tekilleştirme ateşine direnendir.
Gel iki cihanı kendinden sığdırırken, bir cihana sığmayan Nesimi’nin yoluna bakalım, Azerbaycan’dan çıkıp Suriye’de yüzülen derisinden büyük müdür iç savaş? Kim bu mağarada zincirlenip sırtını ışığa dönmüş gölge nazırları, Eflatun’a soralım…
Seyrini tamamlayıp göğün katlarına manifestolar yazılmış. Bize tekrar etmek mi kaldı bilmiyoruz. İlacım bitmiş maruz görün ve epeydir ağlamamışım… Yeni yıkanmış halıya çay dökmüş çocuk gibi sıkıştım, Sezai Karakoç üstadımıza koşalım:
Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tıfıl vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız
-“Şahdamar” şiiri, Sezai Karakoç-