2021-08-07 11:30:00
Dünyanın en güzel kokusu nedir?
Toprak kokusu, bebek kokusu, sıcak ekmek kokusu… (koronavirüs sayesinde son 2 yıldır deterjan kokusu var bide!) Ama beni tam anlamıyla zaman yolculuğuna çıkaran, yüzümde gülümsemeye sebep olan kitap kokusu bambaşka. Ara sokaklardaki o sahafların arasına karışmak, raflara uzun uzun bakmak, tek tek dokunarak hissetmek… Hele bir de fonda piyano ya da keman varsa beni orada bırakıp gidebilirsiniz.
Kâinatın nimetlerle dolu olması ne muhteşem. Bu nimetleri görmemek de bir o kadar korkunç. Neye doğru düzgün değer verebildik ki? E zaman kötü, hain ve endişe dolu olunca bir yere kadar pozitif olabiliyor insan.
Tamam, peki. Devam edelim kitap raflarının arasındaki yolculuğa;
Yine aldı beni bir gülümseme. İpek Ongun mu o? Ah ergenliğimin kılavuzu. Zor geçti ama emeğin büyük. Hmm… Nazım Hikmet. Tekrar tekrar başa dönmek, satırlarda kendimi kaybetmek öyle güzeldi ki… Dönemin ruh halini anlatan kurumuş papatyalar ve minik notlar da cabası. Eee… İpek Ongun’un başlattığını sen devam ettirdin sevgili Nazım. Ve gülümseme yerini hüzne bırakır; Hey gidi güzel Prenses Süreyya… Gözyaşların Tahran’da başladı, Paris’te bir apartman dairesinde son buldu. Şeker Portakalı, Küçük Prens derken o da ne? Tavuk Suyuna Çorba. Çok yanlış bir zamanda okuduğumu fark ettim. Kızım karnımda, hormonlar tavan… Ne zorum vardı acaba? Hem ağlayıp hem aşermek o zaman için acıklıydı, şimdi ise komedi.
Bitmez bu yolculuk. Bitmesin zaten. Buradan çıkınca yine gerçeklerle yüzleşeceğim çünkü. Demiştim size; zaman böyleyken, güzel şeyler kısa sürüyor. Bazen kendime şunu diyorum; “Neslihan, fazla hassas ve geri kafalısın. Abartıyor olabilir misin ?” Bilmem, abartıyor muyum acaba? Yazımın sonunda siz karar verin en iyisi.
Toprak, can, ekmek, yağmur, kitap… Bu yüzlerce nimete karşılık,biz insanoğlu görevimizi yerine getirdik mi? Kitap dedik, kitaptan devam edelim. Hak ettiği yere koyduk mu onu? Tozlu raflar ya da sadece kapağını paylaştığımız “story”ler mi midir yeri?
Başucumuzdur, huzurlu uyumak için,
Çantamızın olmazsa olmazıdır, hayatın gürültüsünden kurtulmak için,
Elinin altıdır kitabın yeri, merakına merak katmak için…
İlaçtır o, pusulandır, seni hayata hazırlayan ve her daim öğretmenindir. Peki, neden şimdi durum farklı? Durakta, plajda ya da parklarda nadiren de olsa kitap okuyan birisini görünce şaşırır olduk? Hatta yaftalar olduk; “bak nasıl da kitapla hava atıyor” diye. Çünkü sevmiyoruz. Araştırmayı sevmiyoruz, merak etmiyoruz… Saatlerce dönem ödevi aradığımız kütüphanelerde kaç kişi kaldı? Teknoloji ilerledi, zaman değişti. Bu çok normal tabii ki. Ancak bizler de değiştik ve maalesef bu değişim çok da olumlu yönde olmadı. Kitapların özetini arama motorlarından kopyalar olduk, arka kapağı okuyunca kitabı bitirmiş gibi bilgi yüklemesi yaşadık, en değerli zamanımızı elimizdeki o tehlikeli aygıt ile geçirir olduk. Nedense insanların hayatı daha çok ilgimizi çekiyor.
Oysa ki nasıl büyük bir keyif, o okyanusta kaybolmak. Bilgi denen şey, her derde deva. Hayata bakış değişir, insana bakış değişir, olayları yorumlama şekli değişir, zıt görüş de olsa karşındaki, tartışması bile haz verir. Okursun, okursun, okursun… Hayatın boyunca okursun. Öyle bir içine çeker ki seni, artık yaşam şeklindir. Zaman gelip de, bu dünyadan göçtüğünde ise, her şeyden önce kendine olan saygınla anılırsın. Kurtuluştur kitap, gelecektir… “Ben bu kitabı okumuştum “ diye elinin tersiyle itmezsin. Bir daha kaybolursun o satırlarda. Her defasında yeni bir keşfe çıkarsın aslında.
Kitap kokusunu her duyduğumda ilkokulda, en ön sırada oturan, kalbi deli gibi çarpan o küçük kız gelir aklıma, fişler dağıtıldığında duyduğu mutluluk. “Bugün hangi harfi öğreneceğiz öğretmenim?” Bir harf… Hayatın değişmeye tek bir harf ile başlar.
Kabul ediyorum; her şey bu haliyle kalamazdı, gelişmeliydi, kalmamalıydı da zaten. Sanırım beni üzen hislerin kaybolması ya da hiç yaşanmıyor olması. Kitaba aşk, bilgiye aşk… Yazık ki, hepimiz hepsine aç… Değişen neydi? Ne oldu da o aşk bitti? “Kitap alalım anne” yerine, ”bana ne zaman telefon alacaksın anne?” ye hangi ara geçiş yaptık?
Her şeyin en güzeli 90’lardan sonra bitti galiba. Kafa yormuşumdur, sıkmışımdır belki de, affola. 35 yaşında ama hala 60-70-80’li döneme takılı kalmış birinin yazısı bu sonuçta. Kısacası, umut besleyen birinin.
Tek derdim; daha çok bilgi, daha çok kitap, daha fazla heves… Tüm bunların sonunun, kâinata ve kâinatta olan her şeye saygıya çıktığını göreceksiniz. Satırlara yabancı her insan, doğar, yaşar ve ölür. Hepsi bu… Arada yaşadıkları ise yalnızca mecburiyeti olur.
İlk yazıda da belirttiğim gibi; insan yaratılan en mucizevi varlıktır. Sana bahşedilen bu üstün yetenekleri kendine haksızlık etmemek için kullan. Oku ! Ömrün yettikçe oku ki; bu hayatı asalak gibi geçirenler yerine, sen yaşa…
Şimdi siz söyleyin,
Çok mu abartıyorum?