×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Yayın İlkelerimiz Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Tepebaşı Odunpazarı Bölgesel Ekonomi Siyaset Asayiş Eğitim Gündem Sağlık Yaşam Spor Eskişehir tanıtım İlçeler Röportajlar

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri Kripto Para borsası Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Gıybetin Neresindeyiz?


2023-03-09 12:11:00

GIYBETİN NERESİNDEYİZ?

“Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayırlı söz söylesin, yahut sussun.” (Hadis/Tirmizi)

 

Gıybet toplumsal hastalığımız. “Gıybet ölü kardeşinin etini yemek gibidir.” ölçüsüne rağmen, ‘baldan tatlıdır’ diyerek kapıldığımız bir illet.

Öncelikle gıybetin ne olduğunu ortaya koymakta fayda var. Bir kişi hakkında, duyduğunda hoşlanmayacağı sözleri, onun olmadığı yerde söylemek, gıybettir.

“Ben gıybet yapmam.” diyen çıkabilir ama,  “Kesinlikle hiç yapmamışımdır.” diyen çıkar mı, bilemiyorum.

Hele; “Ben doğruyu söylüyorum.” savunmasına ne demeli? Zaten başkası hakkında söylenen ve hoşlanmayacağı sözler eğer doğru ise gıybettir. Doğru değilse bir de iftira çamuru söz konusudur. Üstelik ‘doğrunun’ ne kadar doğru olduğunu çoğu zaman lafın asıl muhatabı cevaplayamaz. Çünkü ya hiç haberi olmaz, ya da çok geç olur. Çevresinde bazen sebebini tam olarak çözemediği, anlam veremediği farklı davranışlar, bazen de yersiz husumetlerle muhatap olur. Bu davranışların sebebini anladığında da artık çok geçtir, zarar oluşmuştur.

“Çamuru at, tutmazsa izi kalır.” sloganını düstur edinenler yanında; husumet, rekabet gibi sebeplerle de gerçekleşen, bazen de karşı propagandanın sahasına giren söz ve davranışlar, çoğunlukla aynı topluluk veya grubun mensubiyetini paylaşan kişiler arasında da söz konusu olur.  

Gıybet; siyasi, dini, mesleki… her türlü toplulukta aynı zararlı etkisini gösterir. Bir kişiye verdiğiniz zararı, onunla helalleşerek (fırsat  bulabilirseniz) telafi etmeniz belki  mümkün olur. Hakkında gıybet edilen kişi şahsına verilen (veya verilemeyen) zararı affetse bile mensubu olunan camiaya verilen zararın telafisi yoktur. Gıybet yüzünden bir camiaya verilen zarar, tahmin edilenden de çoktur. Mesela; siyasi bir toplulukta, herhangi bir kişi hakkında yapılan gıybet, birilerini tereddüde düşürerek bir tek oyu bile engellemişse veya bir tek kişinin bile şevkini kırarak verimini azaltmışsa, bunun hesabını vermek imkânsızdır. Çünkü o camianın eksiksiz her ferdinden, o dava için zerre kadar emeği geçen herkesten tek tek helallik alınması gerekir. Kul hakkının idrakinde olanlar için ne büyük bir külfet, ne korkutucu bir sorumluluk! Dolayısıyla bu büyük sorumluluğu göze almadan veya hiçe saymadan dedikodu, gıybet, arkadan çekiştirme, karalama yapmak mümkün mü?

Sadece gıybet yapmak değil, gıybeti hoş görmek, hatta engellememek de benzeri bir sorumluluktur. Üstelik İslamda herkes kendi fiilinden sorumlu olduğu ve başkalarının fiillerinden kişiye sorumluluk yüklenmediği halde, gıybet konusu bunun başlıca istisnalarındandır. Yanında gıybet edilenin, engellemesi veya gücü yetmiyorsa orayı terk etmesi gerekir. Aksi halde o kötülüğe iştirak etmiş olur.

Minicik bir kurt bir ağacın gövdesine girdi mi, er geç o ağacı yiyip bitirir ve koca ağacı dize getirir. Gıybet de öyledir. Topluluklar ne kadar büyük, ne kadar güçlü de olsa gıybetten mutlaka zarar görür. Ya birbirine düşer, ya da güçten düşer, erir, biter.

Kabir azabının en önemli sebebi olduğu bildirilen gıybetten kaçınanlara, şu hadis ne güzel bir haberdir; “Sözünün  (hayırlı olanından) fazlasını tutana, malının fazlasını (Allah yolunda) dağıtana müjde olsun.”

Söylenen doğru olsa bile, bir Müslüman kardeşini bir kusurla ayıplamak ‘ölü kardeşinin etini yemek’ gibi görülüyorsa; aslı astarı olmayan tahminlerle, yorumlarla, keyfi yakıştırmalarla  ve kolayca insanları suçlamanın, zan altında bırakmanın, haklarında tereddüt doğurucu ifadelerde bulunmanın hükmünü tahmin etmek zor olmasa gerek!

 Peygamberimizin (SAV) ifadesinden anlıyoruz ki; bir başkasını ayıplayan kişi, ayıpladığı kusuru kendisi işlemeden ölmez. Hepimiz, hafızalarımızı ve dikkatlerimizi biraz zorlarsak, çevremizde bu hadisin işaret ettiği birçok örneği mutlaka fark ederiz. Çünkü gıybet maalesef tahmin edilenden de fazla, günlük hayatımızın içine girmiş durumdadır. Bu yüzden de hayatının hemen her alanını inancına göre şekillendirmeye çalışan, samimi birçok insan da günlük yaşantısında birçok kere bu hataya düşebilmektedir. Daha da açık söyleyelim; farzlardan ve vaciplerden başka, sünnetleri de hayatının ölçüsü olarak uygulamaya, hatta takvaya ulaşmaya çalışan birinin de bazen çok açık biçimde, üstelik yaptığının gıybet olduğunu kabul etmeyerek gıybet işlediğini görebiliriz.

Yukarıdan beri anlatılanların muhatabı; tabii ki gıybetin kötülüğünü kabul edip, kaçınma gayretinde ve davranışlarını inancına göre düzenleme niyetinde olanlardır. Bütün iyi niyetine rağmen, gaflete kapılıp gıybet illetine bulaşanların silkinmesi, kendine gelmesi, durup düşünmesi için vesile olabilir. Yoksa, gıybetin hükmünün ne olduğuyla hiç ilgilenmeyip, hangi sebeple olursa olsun onu, başkalarını yıpratmak, karalamak için kullanmayı mübah sayanlara bu sözlerin tesir etmesini beklemek çok safdillik olur. Zaten onların davranış ve sözleri de manevi muhabbetlerin değil; politikanın ve karşı propagandanın konusunu oluşturur. “Ameller niyete göredir.” hükmünce  değerlendirilip; ameli de niyeti de kötü olanları  Ziya Paşa’ya havale etmekten başka çare yoktur: “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,

                                    Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”

      Asıl ve en can alıcı soru ise şu; Biz acaba gıybetin neresindeyiz?

YORUM YAPIN

Yorum yapmak için üye olmanız gerekmektedir. Üye girişi yapmak için Tıklayın