2022-08-15 11:39:00
Minik ayaklarımla koşarken ne kadar büyüktü bu sokaklar. Meğer ne küçükmüş.
En yakın arkadaşlarım, küsmelerim, barışmalarım, ilk aşkım, oyuncaklarım, renkli tokalarım,
akşamüstü her yeri saran yemek kokuları, komşu teyzemizin, Bakkal Necdet Amca’dan aldırdığı
ekmeğin para üstünün bize şeker olarak dönmesinin mutluluğu, çenemizden akıta akıta yediğimiz
kolalı meybuz, saklambaçta kurt olmak için eve saklanmalar, profesyonel bir dağcı gibi daldığımız
elma ağaçları, ezan okununca ettiğimiz dua; “nolur annem eve çağırmasın!”, babamı görür görmez
istediğim dondurma parası...
Hepsi buraya sığdı yani öyle mi?
Buyrun sevgili okurlarım;
Bu yazımda çocukluğumuz birbirine komşu oluyor.
Ah Şenay Teyzem ah...
Kaç yaşıma geldim hâlâ unutmadım o gülen yüzünü. Ne mutlu sana, göçüp gittin ama tatlı dilinle, bizi
güldürdüğün halinle hep aklımızdasın. Nur içinde yat...
Arif Amcam...
Bi insana küfür etmek bu kadar mı yakışır. Kendini öyle ifade eder, tek bir kişi bile alınmazdı.
Çocuklar koşun!
Dondurmacı geliyor...
“Anneeeee... Para ver nooolluurrrr... Söz ezan okunuca eve giricem.”
Nurdan Teyze yine topladı komşuları balkona. En çok dondurma tabii ki oraya.
Kim olursa olsun, o sokakta dondurma yemeyen çocuk kalmazdı. Annelerin, babaların içine sinmezdi.
Ya bütün çocuklar yerdi ya da kimseye alınmazdı.
Okulların tatil olduğu gün, doğruuuu okulun arkasındaki parka. (Karnesi zayıf olanlar toplansın, biz
çamaşır suyunu bulduk)
Sokaktan araba geçmezdi. Kocaman halıyı sokağın ortasına serer, kızlı erkekli sohbet ederek yerdik
topladığımız meyveleri. Canı sıkılan çocuk asla göremezdiniz.
Sen bitanesin Selma Abla! Yine doyurdun karnımızı. Mis gibi salçalı ekmek. Hiçbirimiz düşünmedik
“acaba içinde ne var,ya bişey olursa, ya annemiz kızarsa...” diye. Çünkü bilirdik, bizi evlatlarından
ayırmazlardı.
Offf çok susadık !
Haydi, koşun tulumbaya...
En az 20 kişi sırada bekliyor, buz gibi sudan içmek için.
Kimisi mutluluktan çıkardı sokağa, kimisi anne-babasının kavgasını duymamak için. Kaldırımın
kenarında kulaklarını elleriyle sımsıkı kapatmış, öylece yere bakan bi çocuk. “Keşke babam bağırmasa
anneme, keşke annem hep gülse...”
Savaş Amca...
Karısına hep aşıktı o. Bi başka bakardı sanki. Ne güzel gülerdi. Yıllar sonra haberi geldi, kalbim sızladı.
Ve köşeyi döner mahallemizin Kemal Dedesi.
Tahtadan tabure yapmadığı 2-3 kişiden biriyim. Ömrü yetmedi. Bi kez bile yüzü asık görmedik onu.
Hepimiz birden koşardık yanına, kocaman sarılırdık. Sanki bizden başka kimsesi yoktu. Cebindeki
şekerleri sadece bizim için taşırdı. Üzerindeki yelek hep aynıydı, gözleri gibi yeşildi. Ömrümde
gördüğüm, en güzel bakan adamdı Kemal Dede.
O gidince, çocukluğumuza da bişeyler oldu. Ağaçtaki meyvelerin tadı bile değişti sanki.
Komşu teyze ya da amca birimize kızdığında, annemiz babamız asla müdahale etmezdi. Koskoca insan
bize kızdıysa vardı bi bildiği çünkü.
Sokakta cenaze varsa, o gün kimse dışarı çıkmazdı. Evde bile sessiz olurduk.
Ayşe Hanıma verilen aşurenin tabağı, Nurhayat Hanımın mutfağından çıkardı ve bunu kimse yanlış
anlamazdı.
Sadece misafir için temizlenen ve kapısını asla açamadığımız bir odası vardı evimizin.
Ramazan başlar başlamaz Halime Nine'nin evinde toplanır, Kuran okunurdu. Çocuklar ya uyuyakalır
ya da gülmekten katılırdı. Tabi sonuç; anne terliği.
Siyah çekirdeğin yerini alamadı beyaz çekirdek.
En güzel kola, içine leblebi atılandı.
En güzel koku, okulun önünde satılan ve ne olduğu belli olmayan, minik renkli sulardı.
Et yiyebilen değil, muz yiyebilen zengindi.
En güzel aşk, söylenmeyendi.
Çocukluğum;
Hanımeli kokusu...
Çocukluğum;
Kırmızı rugan ayakkabılarım...
Çocukluğum;
Anneannemin kurabiyeleri...
Çocukluğum;
Annemin sesi...
Nasıl da kirlendik!
Nasıl da çektik birbirimizi bataklığa...
Biz çok masumduk ya, biz çok temiz çocuklardık...
“Affan Dede’ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu,
Artık ne adım var ne sanım,
Bilmiyorum kim olduğumu...”