×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Yayın İlkelerimiz Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Tepebaşı Odunpazarı Bölgesel Ekonomi Siyaset Asayiş Eğitim Gündem Sağlık Yaşam Spor Eskişehir tanıtım İlçeler Röportajlar

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri Kripto Para borsası Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Bir derdim var


2021-07-03 23:29:00

Herkese merhaba. .
Yeniyim buralarda, dünde kalanlara inat yeni bir şeyler söylemek adına. 

 

Dijitalleşen dünyaya hızlıca uyum sağlayan yerel basınımıza, yeni bir soluk getiren Eskişehir Gazete ailesinde yer almaktan çok mutluyum. Bu aile içerisinde yer almamı teklif eden ve imkân sağlayan değerli dostum Çağdaş Özyazıcı’ya çok teşekkür ederim. 
Kısa bir süre otomotiv medyasında editörlük ve dergide yazarlık yapmış olsam da gazetede ilk köşe yazım olması sebebiyle son derece heyecanlıyım. Bu yüzden sürç-i lisan edersek affola. 

 

Her ne kadar sizlerle bu köşeden sohbet edecek olsak da ‘köşemize çekilmeyerek’ yerelden globale uzanan bir yolculuğun seyir defterini tutacağız. Uzun bir yol olsun bizimki, Eskişehir Garı’ndan başlayan hızlı tren koltuğunda. Yerlerimizi aldıysak, son düdüğü de çaldıysa hareket memuru, hadi başlayalım. 

 

Memleket neresi? Kimlerdensin?

 

1984 yılında Çukurova’nın sarı sıcağından sırtında tek bir ceketle Eskişehir ayazına Jeoloji Mühendisi olarak gelen, 1992 yılında ise girişimciliğiyle ‘ekmeğini taştan çıkararak’ 40 yıla yaklaşan tecrübesiyle en büyük sermayesi temiz bir isim olan sanayici bir babanın ve
elektriği, suyu olmayan, gaz lambalarının yok(sul)luktan erken kapatıldığı ‘ışık-vermeyen’ ama adı Işıkveren olan Batman’ın köyünden Eskişehir’in Çavlum köyüne kadar öğrencilerinin hayatları kolaylaşsın diye her türlü zorluğa göğüs geren öğretmen bir annenin evladıyım. 

 

İdealleri uğruna yılmadan çalışan, her zaman gurur duyacağım mimar bir kardeşin ağabeyi, ‘ben bal arısı gibi’yken pervanelere döndüren ve bilimin ışığında verdiği emeklerle aydınlık geleceğimizin eser sahibi olan bir öğretmenin eşiyim. 

 

Bana gelirsek, az önce trene geç kalmamak için erken gelip Gar’ın yanındaki çay bahçesinde oturduğunuzdan bahsetmiştiniz. İşte onun tam karşısında Dumlupınar İlkokulu’nda öğrendi bu çaylak yazar, yazmayı ve okumayı. Ardından mahallesindeki Milli Zafer İlköğretim Okulu’nda anladı, çoktan seçmeli cevaplarını ancak boşlukları taşırmadan cevap anahtarına kodladığında doğru sayılacağını. 

 

‘This is a pencil’ seviyesinden ‘Past Perfect Tense’lere geçiş aşaması da Gelişim Koleji’nde tamamlandı. ‘Üniversite havası’nı daha ortaokulda solumanın tadı ise Anadolu Üniversitesi’nin içinde yer alan Mustafa Kemal İlköğretim Okulu sayesinde yaşandı. 
Şirintepe Mahallesi’nin teyzeleri tarafından basketbol potalarımıza kurusun diye asılan halılara değen her topta yediğimiz azarı, atamadığımız her şut sonrasında koçumuzdan yemedik mesela, Muzaffer Çil Anadolu Lisesi’nde. 

 

Çok mu uzattım? 
Kalemtıraşla açılan kurşun kalem kokusundan Rotring uçlu kalemlere geçiş sancılarını çeken mavi önlüklü ‘beyaz yakalı’ların öyküsü bu. 

 

Peki, özet geçeyim..

 

Akarbaşı ve Vişnelik mahallelerinde çamurda top oynamış, ağaçlarından erik ve çağla yemiş, istediğimiz kapıyı çalıp ekmek arası domates-peynirle karnını doyurmuş, Kalabak suyunu içmiş, akşam ezanına beş dakika ilave süreyle mahalle kültürünü abilerimizden devralıp -maalesef- oyun konsollarına teslim etmek zorunda kalmış, bir bakıma son neslin şanslı çocuklarındanım. 

 

Üniversite sınavı sonucunda puana göre değil ‘gönlüme’ göre yaptığım seçimle, 7 yaşından beri her yaz tatilinde ‘gönüllü/zorunlu staj’ yaptığım madencilik sektörü ‘tecrübem’le, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Maden Mühendisliği bölümünde okuma şansına sahip oldum. ‘Seni yeneceğim İstanbul’ değil de ‘Önce seni yeneceğiz, sonra seninle beraber tüm dünyayı yeneceğiz’ diyen bir Eskişehirli olarak İstanbul’daki öğrenim hayatı sonrası şehrimizde değer üretmeye çalışan naçizane bir hemşerinizim. 

 

Ne anlatıyorsun hemşerim sen?

 

İnovasyon diyorum, 
Büyük veri diyorum, 
Asteroid madenciliği diyorum, 
Blockchain teknolojisi diyorum.
Günlük siyaset mi arıyorsun, aradığınız aboneye hiçbir zaman ulaşıl(a)mayacak. 

 

Mikro-kafaların yarattığı makro-dertlerimiz var. Alınmaca gücenmece yok. Gelişmenin önündeki taş(lar)ı bir ‘taş mühendisi’ olarak anlatmak ve ortadan kaldırmak, bizim bu şehre vefa borcumuz.
Y ve Z kuşağı olarak, derdimiz var diyorum, derdimiz. 
Bağcıyı dövmenin tek mesele olduğu günümüzde, bizim derdimiz üzüm yemenin de ötesinde. 

 

Üretimin gücüne inanıyorum. Hatta yazma çabam da yazının üretim, okumanın üretime hazırlık olduğu inancımdan. 
Bu yüzden sohbetimiz sanayi ve girişimcilik ekseninde olacak. Sanayinin tüm sektörlerine yer vermeye çalışsam da madencilik belki de ilk defa ‘torpil’li olacak. 

 

Uçak sesine alışmış Eskişehirliler olarak jet hızında kalkınmamızın temelini oluşturacak girişimcilik ve sanayi konusunda da ses çıkarmalıyız. Hepimiz biliriz; Eskişehir’de uçak geçerken konuşmakta ısrar edenler, genelde şehrimizin misafirleridir. İstediğiniz kadar kafanızı çevirin, istediğiniz kadar kulaklarınızı tıkayın. Eğer şehir olarak gelişmemizin önünde duruyorsanız yedi göbek Eskişehirli olsanız da misafirsinizdir. 

 

Girişimciliğin ve sanayinin sesinin kaynağı, hiçbir taşın dayanamayacağı süreklilikte akan su misali üretimin gücüdür. Jet hızıyla gelişimin ve dönüşümün sesini tüm dünyaya duyuracağız ve mütemadiyen konuşanlar ‘mecburen’ sustuklarında gururlu bir tebessüm en büyük hediyemiz olacak.

 

Ben tanıştığıma memnun oldum. Umarım siz de memnun olursunuz ve bu yolculuğumuzda hoş bir sada bırakabiliriz. 

 

Not: Alpu yolu gibi bir yazı oldu farkındayım ama bizim de önümüz çevre yolu gibi tıkalı. Radyomuzda da hep Mor ve Ötesi’nden ‘Bir Derdim Var’ çalıyor.
 

YORUM YAPIN

Yorum yapmak için üye olmanız gerekmektedir. Üye girişi yapmak için Tıklayın